2 Kasım 2010 Salı

Eiffel Tower-Eyfel Kulesi

The Eiffel Tower (French: La Tour Eiffel, [tuʁ ɛfɛl], nickname La dame de fer, the iron lady) is an 1889 iron lattice tower located on the Champ de Mars in Paris that has become both a global icon of France and one of the most recognizable structures in the world. The tallest building in Paris,[10] it is the most-visited paid monument in the world; millions of people ascend it every year. Named for its designer, engineer Gustave Eiffel, the tower was built as the entrance arch to the 1889 World's Fair.

The tower stands 324 metres (1,063 ft) tall, about the same height as an 81-storey building. Upon its completion, it usurped the Washington Monument to assume the title of tallest man-made structure in the world, a title it held for 41 years, until the Chrysler Building in New York City was built in 1930. Not including broadcast antennas, it is the second-tallest structure in France after the 2004 Millau Viaduct.

The tower has three levels for visitors. Tickets can be purchased to ascend, by stairs or lift, to the first and second levels. The walk to the first level is over 300 steps, as is the walk from the first to the second level. The third and highest level is accessible only by elevator. Both the first and second levels feature restaurants.

The tower has become the most prominent symbol of both Paris and France, often in the establishing shot of films set in the city.



Eyfel Kulesi (Fransızca: La tour Eiffel [la tuʀ ɛˈfɛl]), Paris'deki demir kule. Kule, aynı zamanda tüm dünyada Fransa'nın sembolü halini almıştır. İsmini, inşa ettiren firma olan Gustave Eiffel'den alır. En büyük turizm cazibelerinden biri olan Eyfel Kulesi, yılda 6 milyon turist çeker. 2002 yılında toplam ziyaretçi sayısı 200 milyona ulaşmıştır.

Eyfel Kulesi 1887 ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel'in firması tarafından, Fransız Devrimi'nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde inşa edilmiştir. Aslında kulenin mimarı Gustave Eiffel değil, İsviçreli Maurice Koechlin 'in siparişi üzerine tasarlayan Stephen Sauvestre'dir. Meslektaşı Emile Nouguier ile beraber ilk tasarımları yapmıştır. Kulenin, 7.739.401 Frank 31 Sent tutan inşaat masrafları, Gustave Eiffel'in tahminlerinin 1 milyon frank üstündedir. 1889 yılındaki açılış tarihden önceki 5 ayda 1,9 milyon kişi ziyaret edince, yıl sonuna kadar toplam masrafın 3/4'ü çıkartılmıştır. Böylelikle Eyfel Kulesi, daha başından, kazanç sağlayan bir şirket görünümüne bürünmüştü.

3.000 işçi 26 ay boyunca 18.038 adet demir parçayı 2,5 milyon perçinle bir araya getirdi. Hiç ölüm vakası yaşanmamış olması, o günün şartlarında şaşırtıcı bir durumdur.

Ancak kule, onu bir utanç lekesi olarak gören Paris halkının tepkisini de çekmiştir. Bazı sanatçılar devasa bir sokak lambasına benzetirken, bir fabrika bacası gibi Paris'in görsel itibarını zedeleyeceğini ileri sürmüşlerdir. Böylelikle devrin sanatçı ve edebiyatçı çevresinde bir kampanya başlatılmış, bu kampanya süresince ünlü sanatçıların imzaladığı bildiriler dağıtılmıştır. Bugün ise Eyfel Kulesi, Dünya'nın en güzel mimari yapılarından biri olarak kabul edilir. Parisliler onu Demir Bayan olarak adlandırırlar. İlk başlarda Eiffel, Kule'ye sadece 20 yıl için müsaade almıştı. Dolayısıyla, 1909 yılında kulenin sökülmesi gerekiyordu. Ancak kule, iletişim için çok uygun yüksekliğe ulaştığından ve yeni yüzyılda Atlantik ötesi haberleşmeye imkân tanıdığından, kalmasına izin verildi.

Eyfel Kulesi‘nin üzerine yapıma emeği geçen 72 mühendis, bilim adamı ve çalışanın ismi kazılmıştır.

Eyfel Kulesi‘ne son yıllarda eklenen özel ışıklandırma tasarımlarıyla her gece muazzam ‘ışık gösterileri’ yapılıyor. Paris, Eyfel Kulesi‘nin ışıklarıyla tüm gökyüzünü Batman filmindeki gibi tarayarak aydınlatmaktadır.

Eyfel Kulesi İle İlgili Son Haberler

Eyfel Kulesi, 14. Şubat 2007′den itibaren ‘non-smoking’ yani sigara içilmeyen bir kule olmuştur. (Restaurantlar hariç)
12.2.2007′de küresel ısınmaya dikkat çekmek için ‘gezegenimiz için 5 dakikalık dinlenme’ kapsamında, güvenlik ışıkları hariç, kulenin tüm ışıkları 5 dakikalığına söndürülmüştür.
Ayrıca kuleyi işleten SETE şirketi elektrik şirketiyle %100 geri dönüşümlü enerji kullanmak için ‘YEŞİL’ sözleşme imzalamıştır.
Özürlüler sadece 1 ve 2. katlara çıkabiliyorlar, kendi güvenlikleri açısından tepeye çıkmalarına izin verilmiyor.
Kulede evlenmek yani düğün töreni yapmak mümkün değil, sadece ticari amaçlı ziyafetler düzenlenebilmektedir.
Kule, Paris halkına aittir.
Girişte güvenlik vardır ve çantalar aranıyor, bavul sokulması yasaktır.
Hayvan sokulamıyor. (Görme özürlülerin köpekleri ise girebiliyor)

Eyfel Kulesi’nin Teknik Özellikler

Eyfel Kulesi 300 m yüksekliktedir. Zirvesindeki televizyon vericileri 27 m daha yükseklik kazandırır. Günümüzde yaygın olarak kullanılan çelik yerine demirden inşa edilmiş, özel teknikler sayesinde günümüze kadar sağlam olarak gelmiştir.

200.000 metrekare alanda bulunan Eyfel Kulesi her 7 yılda bir, 60 ton boya ile boyanır. Bu çalışmada 25 boyacı görev yaparken, çalışma 15 ay sürer. Bu işlem sırasında 1.500 fırça, 5.000 zımpara kağıdı ve 1.500 iş tulumu tüketilir. Ayrıca güvenlik maksadıyla toplam 50 km güvenlik halatı, 20.000 metrekare koruyucu ağ kullanılır. Boyama maliyeti yaklaşık 3 milyon avro tutar. Zaman içinde kulenin rengi kırmızımsı kahveden, sarımsı kahveye, daha sonra kestane kahvesinden bugünkü bronz tonuna dönüşmüştür. Eyfel Kulesi 3 renk tonunda boyanır. En açık renk zirvede kullanılırken, en koyusu zeminde kullanılır.

Kulede intihar olayları da yaşanmaktadır. Şu ana kadar 400 kişi bunu gerçekleştirmiştir. Zamanla, intiharların önüne geçmek maksadıyla platformların çıkış noktalarına demir parmaklıklar yerleştirilmiştir.

22 Temmuz 2003 tarihinde, kısa devre sonucu, kulenin zirvesinde, hemen en üst ziyaretçi platformunun üstünde yangın çıkmıştır. Yangın bir saat gibi bir sürede kimse yaralanmadan söndürülmüştür.

Ziyaretçiler, üç asansörle kuzey, batı ve doğu kanatlarından ilk iki platforma ulaşır. İlk ve ikinci katlarda lokantalar mevcuttur. Ayrıca ilk katta, Eyfel Kulesi‘nin tarihinin anlatıldığı bir sergi bulunur. En üst platforma ulaşmak isteyen bir ziyaretçi, ikinci katta aktarma yapar ve başka bir asansöre geçer. En üst platform hem çatılı hem de üstü açık bir alana sahiptir.

Kulenin açılışından sonra, ilk platforma kadar 50 yolcu taşıyan iki hidrolik asansör kullanıma girmişti. Bunlar için gerekli hidrolik presler 16 sütuna monte edilmişti. Kuzey kanadından başka bir asansörle ikinci kata ulaşılıyordu. 2. Dünya savaşı sırasında, işletim sistemindeki hasarlar sebebiyle bunlar devre dışı kalınca, Adolf Hitler kuleye yaya olarak çıkmak zorunda kalmıştı.

1983 tarihinde ikinci ve üçüncü katlar arasına, 1000 tonluk yürüyen merdivenin yerini alan, 4 yeni turuncu asansör monte edildi. Yürüyen merdiven 654 basamaklı ve 3 m genişliğindeydi.

Eyfel Kulesi‘nde iki restaurant bulunmaktadır. Bunlar, Altitude95 (deniz seviyesinden 95 m. yüksekte) ve Jules Verne‘dir. Dünyanın en ünlü şefleri bu restaurantlarda çalışımaktadır. Birinci katta bir de buz pateni pisti bulunmaktadır.

PİRAMİTLERİN ÖZELLİKLERİ VE İLGİNÇ SIRLARI

Dünyanın yedi harikasından günümüze kadar ulaşan tek eser, Mısır’daki Keops Piramididir. Mısır’ın başkenti Kahire yakınındaki Nil Nehrinin batısında bulunan Giza Yaylasında bulunmaktadır.
Keops Piramidinin yanında biraz daha küçük olan Kefren ve Mikorinos piramitleri bulunmaktadır. Ayrıca, içlerinde prenseslere ve firavunun en yakın yardımcılarına ait mumyaların bulunduğu beş piramit daha vardır


http://mail.baskent.edu.tr/~20294072/images/keops.jpg
KEOPS PİRAMİDİ
Büyük Piramit de denen Keops Piramidi, M.Ö. 2800 yıllarına doğru hüküm süren Mısır’ın 4. Sülale devri hükümdarlarından Keops’un mezarıdır. İkinci büyük piramit, Keops’un kardeşi olan ve O öldükten sonra firavun olan Kefren’e aittir. Küçük piramit ise M.Ö. 2500′lü yıllarda hüküm süren Mikerinos’a aittir.
KEFREN PİRAMİDİ
Mısır piramitleri yeryüzündeki anıt-kabirlerin en eskileri ve en büyükleridir. Bunların en haşmetlisi olan Keops Piramidi dış görünüşü ile de “Dünyanın Birinci Harikası” olma niteliğine hak kazanmıştır.


http://www.aguarda.com/graficos/egipto/Egipto24.jpg
MİKERİNOS
Piramitler, firavunun mumyası ile hepsi birbirinden değerli eşsiz nitelikteki sanat eserlerini; kral, kraliçe, prens heykellerini de içlerinde saklıyordu ve bu eşsiz hazineleri saklamak için yapılmışlardır.
Keops Piramidinin yüksekliği 138 metredir. Tepeden 10 metre kadar aşınmıştır. Bazıları 10-15 ton ağırlığında olan 2.300.000 adet blok taşın üst üste yığılmasıyla oluşturulmuştur. Bir kenarı 227 metre olan dörtgen tabanı 50.524 metrekarelik bir alanı kaplar. Piramidin iç ortasında, tepeden 100 metre kadar aşağıda ve tabandan 40 metre kadar yukarıda firavunun odası vardır. Firavunun mumyası, hazinesi ve özel eşyası bu odaya konmuştur. Oda 10,5 metre uzunlukta, 5 metre genişlikte ve 6 metre yüksekliktedir. Buraya 50 metrelik bir dehlizden girilir. Biri kraliçeye ait olan iki oda daha vardır.




http://www.iho-ohi.org/wp-content/egypt-giza-sphinx.jpg
Kefren Piramidinin taban kenarlarının uzunluğu 216m, yüksekliği 143m’dir.
Mikorinos adına yapılan 66m uzunluğundaki piramidin taban kenarlarının uzunluğu 109 m’dir
Tarihçi Herodot’a göre, ağır granit blokları, piramidin üst bölümlerine çıkarmak için 925 metre boyunda, 19 metre genişlikte bir rampa yapılmıştır. Sadece bu rampanın yapılması bile 10 yıl sürmüştür. Bu muazzam mezar, üç ayda bir toplanan 100.000 esirin çalışmasıyla 30 yılda tamamlanmıştır. Daha sonra da Keops’un ve eşinin mumyalanmış cesetleri bu mezara yerleştirilmiştir.
GİZADAN MANZARA
Bu üç piramit tam bir teknik ustalık ve mühendislik yeteneği başyapıtıdır. Yerleştirilişi, yapının dev boyutları, kullanılan kireçtaşından yapılan blokların boyut ve ağırlıkları şaşırtıcıdır. Bu piramitler Dünyanın Yedi Harikası içinde günümüzde sağlam kalan tek yapıdır.
Gize piramitleri tahmini olarak M.Ö 3000 yıllarında eski krallık döneminde yapıldığı zannedilmekte. Bunlar; Keops, Kefren ve Mikerinos piramitleridir ve isimlerini aldıkları firavunlar tarafından yaptırılmıştır.
Gize piramitleri dünyanın en büyük piramitlerdir. Bunlarla birlikte ve Mısır’da yüzlerce irili ufaklı piramit mevcuttur. Gize piramitlerini diğerlerinden ayıran farkların başında içlerinde yazı bulunmaması ve nasıl yapıldıklarının hala çözüme ulaşmamış olmasıdır.
Keops’un oğlu Kefren için yapılmış piramit 136 metre yüksekliğe sahip.
Kefren piramidinin dış yüzeyinde yer alan kaplamalar bugün sadece tepesinde görülebilmekte.
Piramitler ile ilgili çeşitli matematiksel bulgular arasında ilginç olanları şunlar: Keops piramidinin yüksekliğinin 1 milyarla çarpımı yaklaşık olarak güneşle dünyamız arasındaki mesafeyi veriyor. (149.504.000km)
Piramitlerin üzerinden geçen meridyen karaları ve denizleri tam iki eşit parçaya bölüyor. Keops Piramidinin Taban çevresinin, yüksekliğinin 2 katına bölünmesinin pi=3.14 sayısını veriyor.
62 metre yüksekliği ile Gize Piramitleri içerisinde en küçüğü olan Mikerinos Piramidi Kefrenin oğlu için yaptırılmış.
Piramitler hala yapımları esnasındaki gizi korumaktalar. İşçilerin olağanüstü bir çabayla günde 10 metreküp taşı üst üste koyduklarını kabul edersek keops piramidinde yer alan yaklaşık 25 milyon metreküp taş, 250.000 gün, yani yaklaşık 664 yılda yerleştirilebiliyor. Oysa piramitler 20 ila 30 yıl arasında bir sürede tamamlanmıştır.
70 metre uzunluğunda ve 30 metre yüksekliğinde olan Sfenks 14.yy da Memluk’lar tarafından top bataryalarına talim hedefi olarak kullanılmış ve ciddi biçimde zarar görmüş.
M.Ö. 2520 yılında Keops’un oğlu Kefren’in mezar kompleksi için yontulmuş. Sfenks Mısır dilinde ‘SEZP-ANHE’ Yaşayan görüntü) anlamında. Tarih boyunca Sfenks Nil nehrine bakıyor ve nehir yoluyla gelenleri karşılıyordu.
MISIR PİRAMİTLERİNİN SIRLARI
* Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir ve bu taşları temin edilebilecek en yakın mesafe yüzlerce kilometre uzaklıktadır. Bu taşların nasıl getirildiği konusunda kesin olmayan farklı varsayımlar bulunmaktadır.
* Piramit, kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya, yılda sadece 2 kez güneş girmektedir. (doğduğu ve tahta çıktığı günler)
* Mumyalarda radyoaktif madde bulunduğundan mumyaları ilk bulan 12 bilim adamı kanserden ölmüştür.
* Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar çalışmamaktadır.
* Kirletilmiş suyu, birkaç gün Piramit’in içine bırakırsanız; suyu arıtılmış olarak bulursunuz.
* Piramit’in içerisinde süt, birkaç gün süreyle taze kalır ve sonunda bozulmadan yoğurt haline gelir.
* Bitkiler Piramit’in içinde daha hızlı büyürler.
* Piramit’in içine bırakılmış su, 5 hafta süreyle bekletildikten sonra yüz losyonu olarak kullanılabilir.
* Çöp bidonu içindeki yemek artıkları, hiç koku vermeden Piramit içinde mumyalaşır.
* Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar büyükçe bir Piramit’in içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.
* Piramitlerin bazı odalarının içinde ne olduğu hakkında bir bilgi yoktur; araştırmacıların çoğu, ya içinde kayboldular ya da aynı yerde birkaç tur attılar, fakat içlerini göremediler.
* Piramitlerin içi yazın soğuk kışın sıcak olur
* Büyük Piramidin açıları,Nil’in delta yöresini iki eşit parçaya bölerler.
* Gize’ deki üç piramit aralarında bir Pitagor üçgeni olacak şekilde düzenlenmişlerdir. Bu üçgenin kenarlarının birbirlerine göre oranı 3:4:5′ dır.
* Büyük Piramidin tabininin yüzeyi, anıtın yarısının iki katına bölündüğünde pi=3,14 sayısı elde edilir.
* Büyük Piramidin dört yüzeyinin toplam yüzölçümü, piramit yüksekliğinin karesine eşittir.
* Büyük piramit, Dünya’nın kara kitlesinin merkezinde yer alıyor.
* Büyük Piramit,dört ana yöne göre düzenlenerek inşa edilmiştir.
* Piramit dev bir güneş saatidir. Ekim ortasıyla Mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterirler. Piramidi çeviren tas levhaların uzunluğu bir günün gölge uzunluğuna eşittir. Bu gölgelerin tas levhalar üstünde gözlenmesiyle günün 0,2419 bölümünde yılın uzunluğu yanlışsız olarak saptanabiliyordu.
* Büyük Piramit’le dünyanın merkezi arasındaki uzaklık, Kuzey kutbuyla arasındaki uzaklığa eşittir ve kuzey kutbuyla dünyanın merkezi arasındaki uzaklığa eşittir.
* Piramidin yüksekliğiyle, çevresi arasındaki oran,bir dairenin yari çapıyla çevresi arasındaki oranın dengidir.Dört kenarlar dünyanın en büyük ve çarpıcı üçgenleridir.
* Gizde’den geçen boylam, dünyanın denizleriyle anakaralarını iki eşit parçaya böler.Bu boylam ayrıca,kara üstünden geçen en uzun kuzey-güney yönlü boylam olup,bütün yer kürenin uzunluğuna ölçümünde doğal sıfır noktasını oluşturur.
* Büyük piramidin tepesi Kuzey kutbunu, çevresi ekvatorun uzunluğunu temsil eder.Ve iki uzunluk ayni mikyasa uygunluk gösterir.
Kaynak: http://www.buzlu.org/piramitlerin-sirri/

boyun bakımı için yapmamız gerekenler


Boyun bakımı için ayrılacak birkaç dakika onun güzelliği ve zerafeti için yeterlidir. Yüze nasıl her gün itina edilip masaj ve makyaj yapılıyorsa aynı makyajın boyuna da yapılması gereklidir. Sabahları biraz sert bir fırça ile boyun derisi kızarıncaya kadar fırçalamanın büyük yararı vardır. Böylece kan dolaşımı hızlanır ve kaslar canlanır. Fırçalama işi bitince, cildi gerici bir krem sürmeli ve boyun üzerinde bir buz kalıbı gezdirilmelidir.

Çizgiler ve kırışıklıklar:
Boyun öylesine çabuk kırışır ki işin daha da kötüsü, boyun kırışık olunca yüzdeki hatlardan buruşuklardan daha ihtiyar gösterir insanı. Boyun kırışıklıklarını önleyen en etkili ilâç baldır. Boyuna sürülen bal yarım saat kadar tutulduktan sonra sıcak suyla yıkanır. Devamlı yapılacak bu bakım boyunun kırışmasını önlediği gibi belirmiş olan kırışıklıkları da yok eder. Boyun derisinin hafif hafif çimdiklenmesi ya da parmak uçları ile atılacak hafif tokatlar da boyun için gerekli bakıma yardımcı olur. Çimdiklemeler ya da hafif tokatlar boyun derisi kızarıncaya kadar sürdürülmeli sonra fondöten ya da pudra ile hafif bir makyaj yapılmalıdır.

Gece yatarken:
Boyuna gece bakımı yapılırken, besleyici bir krem sürülerek, aşağıdan yukarıya doğru masaj yapılmalı ve elle boyuna yavaş yavaş vurulmalıdır. Bu basit bakım düzenli yapıldığı zaman uzun yıllar güzel bir boyuna sahip olunur.

Tepeden tırnağa hijyen

Günlük yaşantımızda hem sosyal ilişkiler hem de sağlık açısından en önemli detayların başında hijyen geliyor. Amerikan Hastanesi Dermatoloji Bölümü’nden Dr. Halil Bayazıt, tüm vücudumuzun hijyen ihtiyacını nasıl karşılayacağımız ve dikkat etmemiz gerekenlerle ilgili merak edilenlere yanıt veriyor.

Yüzümüzü hangi sıklıkta ve ne zaman yıkamalıyız?
Yüz yıkama ihtiyacı kişinin yaşam şekline, yaşına bağlı olarak değişir. Örneğin, bebekler için böyle bir ihtiyaç yoktur. Oyun çağı çocuklarında günde birkaç kez olabilir. Erişkinler eğer çok kirli ortamlarda bulunmuyorlarsa günde iki kez yeterlidir.

Yüzümüzü ne tür ürünlerle yıkamamız gerekiyor?
Sıvı sabunlar/jeller hijyen açısından iyi bir çözümdür ancak içerdikleri aktif sabun miktarının çok olduğu durumlarda fazla yıkama tahrişle sonuçlanabilir. Bunun yerine özellikle bayanların yüz temizliğinde lipid içermeyen temizleyici losyonları kullanmaları yeterli olacaktır. Bunların çoğu sonrasında ciltte nemlendirici bir etki de bırakır ve makyaj temizliği içinde kullanılabilir. Bazı sıvı temizleyiciler içerisinde nemlemdirici mineraller ve acidler içerirler ki bunlarda uygun bir çözüm olabilir. Genel olarak cildi çok kuru ve hassas olan kişilerin temizleyici losyonlar ile yüz temizliği yapmaları, yağlı cilde sahip olanların daha kurutucu olan temzileme jelleri ile temizlik yapmaları normal karma cilde sahip kişilerin nemlendiricili bir temizleyici losyon kullanmaları önerilebilir.

Jel ile yıkamamızı öneriyor musunuz? Cilt tipine göre değişiyorsa, nedenleri nedir? Sabun ile yıkayabilir miyiz? Eğer cilt tipine göre değişiyorsa, hangi gruba öneriyor, hangi gruba önermiyorsunuz?
Geleneksel olarak kullanılan kalıp sabunlar hem hijyenik açıdan hemde alkali olmaları nedeniyle tercih edilmemeli (birçok kişinin aynı sabunu kullanması bulaşmalara yol açabilir). Ancak bazı kalıp sabunlar özel olarak nemlendirici içeririler ya da PHları nötr olarak ayarlanmıştır (genellikle kozmetik markalarının ürettiği özel ürünlerdir) bunlar tek kişi tarafından kullanılabilir.

Başka hangi ürünlerle yıkayabiliriz? Yüzümüzü hangi ürünlerle yıkamaktan kaçınmalıyız?
Geleneksel olarak kullanılan kalıp sabunlar hem hijyenik açıdan hemde alkali olmaları nedeniyle tercih edilmemeli. Ayrıca tonik/ astranjant (cildin yağını alıp kurutucu etki gösteren ürünler) çok yağlı ciltler dışında pek tercih edilmemeli.

Yüz hijyeni için cildimizi maske veya peeling gibi yöntemlerle desteklememizi öneriyor musunuz? Öneriyorsanız, hangi sıklıkta, ne tür ürünleri kullanmamızda fayda var?
Peeling ve maskenin hijyen açısından önemi yoktur.

Makyajımızı hangi ürünlerle temizlememizde fayda var? (Nedenleriyle birlikte) Hangi ürünlerden kaçınmalıyız?
Makyaj temziliği için en uygun ürünler lipid içermeyen cilt temzileyici losyonlardır. Bunlar hem cildi nemlendirici hemde sabunlarda gözlenen kurutucu etkiyi göstermezler.

Yüz hijyenine yeterince önem vermezsek hangi sağlık ve estetik problemleri ortaya çıkabilir?
Enfeksiyonlar oluşur.

Yüzümüzü gereğinden fazla yıkarsak, ne tür sağlık ve estetik problemler gelişebilir?
Fazla yıkama sonucu cildin yağ (lipid) tabakasında aşırı azalma ve bunun neticesinde kuruluk ve takiben egzama gelişebilir.

KOLTUKALTI

Koltuk altını hangi sıklıkta yıkamamız gerekiyor?
İhtiyaç duydukça ve kişisel/sosyal yaşantımız gerektirdikçe.

Koltuk altını yıkarken hangi ürünlerden faydalanmalıyız? (Sabun, banyo jeli vs….) Sabunla ve duş jelleri ile yıkamamızı öneriyor musunuz?
Koltuk altını banyo için kullandığımız vücut sabunları (şampuanları) ya da klasik banyo sabunlarıyla yıkayabiliriz. Duş jelleri (vücut şampuan-losyonları) kalıp sabunlara göre daha hijyenik ve deri açısından daha uygun Ph da oldukları için tercih edilmeli.

Koltuk altını gereğinden fazla yıkarsak, ne tür sağlık veya estetik problemleri oluşabilir?
Deri kuruluğu, tahriş ve ekzema oluşur.

Koltuk altı hijyenine önem vermezsek, ne tür sağlık veya estetik sorunlar gelişebilir?
Sağlık açısından önemli bir problem olmaz ama sosyal açıdan hoş olmayan durumlar doğurabilir.

Koltuk altı terlemesini önlemek için neler tavsiye ediyorsunuz? Hangilerinden kaçınmamızda fayda var (Pudralar, deodorantlar vs) ?
Koltuk altı terlemesi için aliminium klorid tuzları içeren sıvı yada krem tarzı deodorantlar daha uygundur. Günde birkaç kez uygulanabilir. Özellikle banyo sonrası hiç terleme olmadan önce sürülmesi önemlidir. Gözenekleri tıkayabileceği için pudralılar pek önerilmez.

GENEL BİLGİ

Hangi sıklıkta duş almalıyız?
Çalışma/yaşama şartlarımız işimiz ve yaşam şeklimize göre değişiklik gösterir. Alışkanlıklar da önemli bir faktördür. Belirli bir standartı yoktur. Tıbben belirlenmiş bir sayı olmasa da hergün temizlenilmesi gerekir.

Duş ve banyo sırasında hangi ürünlerden faydalanma, hangilerinden kaçınmalıyız?
Sıvı sabunlar/jeller daha kullanışlı ve faydalıdır.

Aşırı duş alır veya banyo yaparsak, hangi sağlık veya estetik problemler baş gösterebilir?
Aşırı yıkanmanın doğal sonucu aşırı cilt kuruluğudur (özellikle kışın) bu nedenle her banyo sonrası özellikle bacaklar ve bel bölgesini nemlendirici kremlerle beslemek gerekir.

Antibakteriyel sabunlar nedir? Bunlar ne derece önemliler? Bizi hangi sorunlardan koruyabiliyorlar? Hangi durumlarda kullanmamız gerekiyor? Gereğinden fazla kullandığımız takdirde ne tür sağlık sorunları oluşabilir?
Antibakteriyal sabunlar içlerinde belirli bir miktar dezenfektan-antibakteriyal kimyasal madde taşıyan sabunlardır. Günlük hayatta bu tür ürünler kullanmanın hijyene çok özel bir katkısı yoktur. Normal bir sıvı sabunla en az 30 saniye ellerimizi yıkamak bilinen bir çok mikrobu ellerimizden uzaklaştırmaya yeter. Bu tip sabunlar aşırı ve sık kullanıldığında ellerde kuruluk tahriş ekzeması gibi sorunlar doğurabilirler.

Özel hijyen mendilleri nedir? Bizi ne tür sorunlardan koruyabiliyorlar? Hangi sıklıkta kullanmamızda fayda var? Gereğinden fazla kullanırsak, ne tür sorunlar gelişebilir?
Hijyen mendilleri günlük kirleri vs. bertaraf etmede su-sabun olmayan durumlarda kullanılabilir. Ancak örneğin tuvalet sonrası ya da sokakta oyundan dönen bir çocukta etkin temizlik ve hijyen sağlamazlar. Özellikle bu mendillerle yüz ve genital bölge gibi ince ve hassas deri bölgelerinin temizliğini yapmak tahrişlere ve alerjilere neden olabilmektedir.
ntvmsnbc

ÇİÇEK VE ÇOCUKLA İLGİLİ HİKAYELER

Çiçek Koparmak Yasaktır
Küçük bir kız, çiçek toplamak amacıyla bir parka gelir. Ama çiçekleri koparmak yasakmış. Parkın bekçisi de asık yüzlü bir köpekmiş.

Küçük kız yandaki tepecikte bir taş görür ve almak için ona uzanır.
Köpeği korkutmak için taşı fırlatır. Köpek, kaçmak şöyle dursun, daha öfkeli kıza bakar.

Küçük kız tepecikte gördüğü bir sopayı alır. Elindeki sopayla köpeği ürkütmeyi, kaçırtmayı dener. Ne ki köpek korku nedir bilmez.

Küçük kız, bu bekçi köpeğinden taşla, sopayla kurtulamayacağını anlamıştır. Çiçek toplayabilmek için başka bir yöntem bulmalıdır.

Kız tekrar parka döner. Niyeti, bu işi iyilik ve sevgiyle başarmaktır.

Güler yüzle köpeğe doğru eğilir. Köpek, yarı kızgın, yarı şaşkın ona bakar.

Küçük kız arkasına sakladığı kemiği köpeğe uzatır. Bekçi köpeği ne yapacağını şaşırır. Kızarır bozarır ve …

Kemiği ağzına atar. O kemiği esenlikle kemirirken küçük kız da çiçekleri koparmaya başlar.

O da ne? Köpek, çiçeklerinin toplanmakta olduğunu görür.

Küçük kıza doğru koşar.

Köpek çiçeklerin yanına vardığında iş işten geçmiştir. Bir kutu sargı beziyle kopartılmış çiçekleri birer birer köklerine birleştirir. Doğadaki güzellikleri koruyabilmek için, ekili çiçeklerin kopartılmaması gerektiğine inanmaktadır.

Kopan çiçeklerin yaşamı kısadır. Bunu anlamıştır . küçük kız. Ekili çiçeklere bir daha zarar vermemeye karar verir. Böylece yeni iki dost çiçeklerden uzaklaşırlar.
ALINTI


KÜÇÜK KIZ VE ÇİÇEK

Ormanların arasında güzelmi,güzel yeşilören adında bir köy varmış.Bu güzel köyde Menekşe adıda küçük bir kız yaşarmış.Küçük kız ormanda gezmeyi,kuşların sesleriyle dans etmeyi çok severmiş.
Küçük kız her zaman ki gibi ormana gider.yine kuş sesleriyle dans ederken,yakınlardan bir ağlama sesi gelir.Sağına bakar,soluna bakar sesin nereden geldiğini anlamaya çalışır.Fakat sesin nerden geldiğini anlıyamaz.tekrar kuşlarla şarkı söyleyerek ormanı gezen küçük kız,ağlama sesini tekrar duyar.Bu sefer ses çok yakınlardan gelmektedir.küçük kız ilerledikçe ağlama sesleri yakınlaşır.Ağlama sesleri mağradan gelir.küçük kız şaşkın bakışlarla, mağraya girer.Birde ne görsün küçük bir çiçek ağlıyor.Küçük kız çiçeğe sorar. -neden ağlıyorsun?
Çiçek:
-Benim gövdem su görmüyor,yapraklarım Güneş görmüyor, ben burda çok mutsuzum..Küçük kız çiçeği alır eve götürür, saksıya diker.camın önüne koyar.Çiçeğe çok iyi bakmıştır.Küçük kız çiçeğe sorar.
Küçük kız:
-Burda mutlumusun?Çiçek:evet gövdem su görüyor,yapraklarım güneş görüyor.Ben burda çok mutluyum....Aradan yıllar geçiyor.Küçük kız evleniyor.Fakat küçük kız çok mutsuzdur.Çünkü evliliğinin bir yılı doldurmuş olmasına rağmen bebeği olmuyor.Birgün yine ağlarken,yanına bir iyilik perisi geliyor.Eline bir avuç şeker veriyor.Bu şekeri küçük çiçeğe serp diyor.Küçük kız şekeri çiçeğe serpiyor.Küçük çiçek nur topu gibi bir kız çocuğu oluyor.Küçük kız çok mutlu oluyor.Artık oda bir annedir.
YAZAN MENEKŞE KALAYCI

31 Ekim 2010 Pazar

Maiden's Tower-kız kulesi

Kız Kulesi, hakkında çeşitli rivayetler anlatılan, efsanelere konu olan, İstanbul Boğazı'nın Marmara Denizi'ne yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük adacık üzerinde inşa edilmiş yapıdır.

Üsküdar'ın sembolü haline gelen kule, Üsküdar’da Bizans devrinden kalan tek eserdir. M.Ö. 24 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahip olan kule, Karadeniz’in Marmara ile birleştiği yerde küçük bir ada üzerinde kurulmuştur. Bazı Avrupalı tarihçiler buraya Leander Kulesi derler. Kule hakkında pek çok rivayetler bulunmaktadır. Evliya Çelebi kuleyi şöyle tarif eder:

Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkarane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam seksen arşundur. Sathı mesehası iki yüz adımdır. İki taraftan yerde kapısı vardır.

Bugün görülen kulenin temelleri ve alt katın önemli kısımları Fatih devri yapısıdır. Kulenin etrafındaki sahanlık geniş kaplanmıştır. Üstündeki madalyon halindeki bir mermer levhada, kuleye şimdiki şeklini veren Sultan II. Mahmut’un, Hattat Rasim’in kaleminden çıkmış 1832 tarihli bir tuğrası vardır. Kulenin Eminönü tarafı daha genişçe olup burada bir de sarnıç vardır.

İlk olarak Yunan döneminde bir mezara ev sahipliği yapan bu ada Bizans döneminde inşa edilen ek bina ile gümrük istasyonu olarak kullanılmıştır. Osmanlı döneminde ise gösteri platformundan, savunma kalesine, sürgün istasyonundan, karantina odasına kadar bir çok işlev yüklenmiştir. Asli görevi olan ve yüzyıllardan beri varlığı ile insanlara, geceleri ise geçen gemilere göz kırpan feneri ile yol gösterme işlevini hiç kaybetmemiştir.Geçmişten geleceğe en çok da düşlere yol göstermektedir Kız Kulesi. Kız Kulesi 2000 yılında restore edilerek, artık çatal-bıçak seslerinin duyulduğu bir mekân haline dönüştürülmüştür. Kız kulesine ulaşım Salacak ve Ortaköy'den sandallarla yapılmaktadır.

Çok eski tarihi geçmişi olan Kız Kulesi, bir zamanlar, Boğazdan geçen gemilerden vergi alınmak maksadı ile kullanılmıştır. Kule ile Avrupa Yakası boyunca büyük bir zincir çekilmiş ve gemilerin Anadolu Yakası ile Kız Kulesi arasından geçişine(o zamanlar gemi boyutları küçük olduğu için geçebilmekteydi) izin verilmiştir. Bir süre sonra Kule, zinciri taşıyamamış ve Avrupa Yakasına doğru yıkılmıştır. Kuleden suyun içinde bakıldığında yıkıntıları görülmektedir.

Antik Çağ'da Arkla(küçük kale) ve Damialis(dana yavrusu) adları ile anılan kule, bir ara da "Tour de Leandros"(Leandros'un kulesi) ismi ile ün yapmıştır. Şimdi ise Kız Kulesi ismi ile bütünleşmiş ve bu ismi ile anılmaktadır.
Vikipedi, özgür ansiklopediden alıntıdır
History
Maiden's Tower was first built by the ancient Athenian general Alcibiades in 408 BC to control the movements of the Persian ships in the Bosphorus strait.[2] Back then the tower was located between the ancient cities of Byzantion and Chrysopolis. The tower was later enlarged and rebuilt as a fortress by the Byzantine emperor Alexius Comnenus in 1110 AD, and was restored and slightly modified several times by the Ottoman Turks, most significantly in 1509 and 1763.[3] The most recent facelift was made in 1998.[4] Steel supports were added around the ancient tower as a precaution after the 17 August 1999 earthquake.

Used as a lighthouse for centuries, the interior of the tower has been transformed into a popular café and restaurant, with an excellent view of the former Roman, Byzantine and Ottoman capital.[5] Private boats make trips to the tower several times a day.[6]

[edit] Legend
There are many legends about the construction of the tower and its location. According to the most popular Turkish legend, a sultan had a much beloved daughter. One day, an oracle prophesied that she would be killed by a venomous snake on her 18th birthday. The sultan, in an effort to thwart his daughter's early demise by placing her away from land so as to keep her away from any snakes, had the tower built in the middle of the Bosphorus to protect his daughter until her 18th birthday. The princess was placed in the tower, where she was frequently visited only by her father.

On the 18th birthday of the princess, the sultan brought her a basket of exotic sumptouous fruits as a birthday gift, delighted that he was able to prevent the prophecy. Upon reaching into the basket, however, an asp that had been hiding among the fruit bit the young princess and she died in her father's arms, just as the oracle had predicted. Hence the name Maiden's Tower.

The older name Leander's Tower comes from another story about a maiden: the ancient Greek myth of Hero and Leander. Hero was a priestess of Aphrodite who lived in a tower at Sestos, at the edge of the Hellespont (Dardanelles). Leander (Leandros), a young man from Abydos on the other side of the strait, fell in love with her and would swim every night across the Hellespont to be with her. Hero would light a lamp every night at the top of her tower to guide his way.

Succumbing to Leander's soft words, and to his argument that Aphrodite, as goddess of love, would scorn the worship of a virgin, Hero allowed him to make love to her. This routine lasted through the warm summer. But one stormy winter night, the waves tossed Leander in the sea and the breezes blew out Hero's light, and Leander lost his way, and was drowned. Hero threw herself from the tower in grief and died as well. The name Maiden's Tower might also have its origins in this ancient story.

Due to the vicinity and similarity between the Dardanelles and the Bosphorus, Leander's story was attributed to the tower by the ancient Greeks and later the Byzantines.

29 Ekim 2010 Cuma

Sobalı evde büyüyen çocuk. / Anılara yolculuk/ güzel bir yazı

Sobalı Evde Büyüyen Çocuk
Sobanın borusunda bulunan çamaşır kurutma tellerine asılı olan okul önlüğünün kurumasını beklemiş çocuktur...Evde Büyüyen Çocuk
Kış sabahları bazen üşümekten yataktan çıkmayı istemeyensoba kokusunuseven üstünde kaynayan çaydanlığın sesini sevenüstündeki kestaneninmandalina elma kabuklarının kokusunu tanıyan seven bahçede kardaoynadıktan sonra üstüne ellerini tutup ısıtmayıseven sobalı odadanöteki odaların soğukluğu nedeniyle çıkmakistemeyen kömür kokusu odunkokusu çalı çırpı çıtırtısı ateş gürlemesi nedir bilen çocuktur...
Yıllar sonra büyüdükten sonra kaloriferli veya kombili bir evde bilehalen "oturma odası"nın kapısını kapayan rahatsız bir insandır...
İlerleyen yıllarda kestaneye bayılan ama çocukluğundan hatırladığı tadı bulamayan bir büyük insan olacaktır...
Sobanın üzerine kolonya dökerek alev denemesi yapmış çocuktur...
Elbiselerinin bir köşesi kurutulurken yanmıştır...
Büyüdüğünde yazın bile yorgan kullanmadan uyuyamama alışkanlığına veher mevsim açık kapıları kapama hastalığına sahip olacak çocuk...
Gizli gizli sobanın arkasına pastel boya değdirip boyanın eriyereksoyutsanat eserlerine dönüşmesini izleyen koku farkedilip kendisinemüdahaleedilene kadar bunu değişik renklerle yapmaya devam edençocuktur...
Nohutun leblebiye dönüşünü soba üstünde görmüş cocuktur...
Yün coraplarini sobaya dayayarak ayaklarini isitmistir bu cocuk....
Geceleyin atesin kırmızı ve sarı renklerinin dansını evin tavanında seyreden çocuktur...
Elinin kolunun bir kenarında muhtemelen nasıl olduğunu hatırlayamadığı yanık izleri olan çocuktur...
Sobanın kenarına pısıp dakikalrca ısınansonra kosarak aynaya bakanvekıpkırmızı yanakları görünce kendini begenen bundan zevk alancocuktur...
Annesi evde yokken soba sönmesin diye sobaya tahta kömür taşımayı görev bilmiş çocuktur...
Gece lambasinin isigi yerine sobanin alevlerine bakarak uyuyan cocuktur...
Soba tütünce tırsmış çocuktur...
Sobanın üstüne mantar koyup tuzlayıp sonra afiyetle yiyen çocuktur...
Sobanin onunde mavi legen icinde banyo yapmis cocuktur...
Muhakkak bir kere evi havaya ucurma macerasini yasamis cocuktur...
Sobanın sıcaklığını ne kaloriferle ne de doğalgazla ısınan evde bulabilmiş çocuktur...
Önlük yakalığını kumaş mendilini bilumum ufak tefek malzemeyi soba borusuna yapıştırmak suretiyle ütülemiş olan çocuktur...
Sıcacık odada radyo dinlemeyi...
Sevdikleriyle zaman geçirmeyi...
Annesinin ördüğü kazağı o sıcaklıkta yinede giymeyi...
Özelliklede hasta olmayı çok iyi bilen çocuktur...

M.BAKIR. ( İsmini ısrarlarım üzerine verdi :)
Sobalı

 NETTEN ALINTIDIR

Topkapı Sarayı-Topkapı Palace

Topkapı Sarayı (Osmanlı Türkçesi: طوپقپو سرايى), İstanbul Sarayburnu'nda, Osmanlı İmparatorluğu'nun 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca, devletin idare merkezi olarak kullanılan ve Osmanlı Padişahları'nın yaşadığı saraydır.[1] Bir zamanlar içinde 4.000'e yakın insan yaşamıştır.[2]

Topkapı Sarayı Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478’de yaptırılmış,Abdülmecit’in Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene boyunca devletin idare merkezi ve Osmanlı padişahlarının resmi ikametgahı olmuştur. Kuruluş yıllarında yaklaşık 700.000 m.² lik bir alanda yer alan sarayın bugünkü alanı 80.000 m.² dir.[3] Topkapı Sarayı,saray halkının Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı ve diğer saraylarda yaşamaya başlaması ile birlikte boşaltılmıştır.Padişahlar tarafından terk edildikten sonra da içinde birçok görevlinin yaşadığı Topkapı Sarayı hiçbir zaman önemini kaybetmemiştir.Saray zaman zaman onarılmıştır. Ramazan ayı içerisinde padişah ve ailesi tarafından ziyaret edilen Mukaddes Emanetler Dairesi’nin her yıl bakımının yapılmasına ayrı bir önem verilmiştir.[3]


Fatih Sultan Mehmed 1465 yılında Topkapı Sarayı'nın inşaatını başlatmıştır.Topkapı Sarayı’nın ilk defa, adeta bir müze gibi ziyarete açılması Abdülmecit dönemine rastlamıştır. O dönemin İngiliz elçisine Topkapı Sarayı Hazinesi’ndeki eşyalar gösterilmiştir.Bundan sonra Topkapı Sarayı Hazinesi’ndeki eski eserleri yabancılara göstermek gelenek haline gelir ve Abdülaziz zamanında, ampir üslupta camekanlı vitrinler yaptırılır, Hazine’deki eski eserler bu vitrinler içinde yabancılara gösterilmeye başlanır.II. Abdülhamid tahttan indirildiği sıralarda Topkapı Sarayı Hazine-i Hümâyûn’un pazar ve salı günleri olmak üzere halkın ziyaretine açılması düşünülmüşse de bu gerçekleşememiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 3 Nisan 1924 tarihinde halkın ziyaretine açılmak üzere İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri Müdürlüğü’ne bağlanan Topkapı Sarayı önce Hazine Kethüdalığı, sonra Hazine Müdüriyeti adıyla hizmet vermeye başlamıştır.Bugün ise Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü adıyla hizmet vermeye devam etmektedir. 1924 yılında bazı ufak onarımlar yapıldıktan ve ziyaretçilerin gezebilmeleri için gereken idari önlemler de alındıktan sonra, Topkapı Sarayı, 9 Ekim 1924 tarihinde müze olarak ziyarete açılmıştır. O tarihte ziyarete açılan bölümler Kubbealtı, Arz Odası, Mecidiye Köşkü, Hekimbaşı Odası, Mustafa Paşa Köşkü ve Bağdat Köşkü’dür.[3]

Günümüzde büyük turist kitlelerini kendine çeken saray 1985 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi'ne giren İstanbul Tarihî Yarımada içerisindeki tarihi eserlerin en başında gelmektedir.[4] Günümüzde müze olarak hizmet vermektedir.[5]

The Topkapı Palace (Turkish: Topkapı Sarayı)[1] or in Ottoman Turkish: طوپقپو سرايى, usually spelled "Topkapi" in English) is a palace in Istanbul, Turkey, which was the official and primary residence in the city of the Ottoman Sultans for approximately 400 years (1465-1856) of their 624-year reign,[2].

The palace was a setting for state occasions and royal entertainments and is a major tourist attraction today, containing the most holy relics of the Muslim world such as the Prophet Muhammed's cloak and sword.[2] Topkapı Palace is among those monuments belonging to the "Historic Areas of Istanbul", which became a UNESCO World Heritage Site in 1985, and is described in Criterion iv as "the best example[s] of ensembles of palaces [...] of the Ottoman period."[3]

Initial construction began in 1459, ordered by Sultan Mehmed II, the conqueror of Byzantine Constantinople. The palace is a complex made up of four main courtyards and many smaller buildings. At the height of its existence as a royal residence, the palace was home to as many as 4,000 people,[2] formerly covering a larger area with a long shoreline. The complex has been expanded over the centuries, with many renovations such as after the 1509 earthquake and 1665 fire. It held mosques, a hospital, bakeries, and a mint.[2] The name directly translates as "Cannon gate Palace", from the palace being named after a nearby, now destroyed, gate.

Topkapı Palace gradually lost its importance at the end of the 17th century, as the Sultans preferred to spend more time in their new palaces along the Bosporus. In 1856, Sultan Abdül Mecid I decided to move the court to the newly built Dolmabahçe Palace, the first European-style palace in the city. Some functions, such as the imperial treasury, the library, mosque and mint, were retained though.

After the end of the Ottoman Empire in 1921, Topkapı Palace was transformed by government decree on April 3, 1924 into a museum of the imperial era. The Topkapı Palace Museum is under the administration of the Ministry of Culture and Tourism. The palace complex has hundreds of rooms and chambers, but only the most important are accessible to the public today. The complex is guarded by officials of the ministry as well as armed guards of the Turkish military. The palace is full of examples of Ottoman architecture and also contains large collections of porcelain, robes, weapons, shields, armor, Ottoman miniatures, Islamic calligraphic manuscripts and murals, as well as a display of Ottoman treasure and jewelry.




Vikipedi, özgür ansiklopediden alıntıdır

Lake Abant Nature Park- Abant Gölü

Abant Gölü, Bolu'nun 34 kilometre güney batısında bulunan, çam ve köknar ağaçlarının baskın olduğu bir Tabiat Parkı içinde, yaklaşık 1350 metre yükseklikte bulunan ve alanı 125 hektarı bulan bir heyelan set gölü dür. En derin yeri 18 m'dir. Gölden çıkan ve Abant Alabalığı olarak bilinen balık literatüre Salmo trutta abanticus olarak girmiştir. Göl birkaç kaynak suyu, iki-üç kısmen devamlı olan akarsu ve özellikle de kar ve yağmur suları ile beslenmektedir. Gölün etrafında oteller ve restoranlar mevcuttur. Abant gölünün Ankara yaklaşık uzaklığı 2 saat kadardır.
Lake Abant (Turkish: Abant Gölü) is a freshwater lake in Turkey's Bolu Province in northwest Anatolia, formed as a result of a great landslide. The lake lies at an altitude of 1,328 m at a distance of 32 km from the provincial seat of Bolu city. It is a favorite vacation and excursion spot for both Turkish and foreign travellers thanks to the natural beauty of its surroundings, which are covered with dense forests, and easy access by car (it is served by a 21 km road leaving from the İstanbul-Ankara E 80 highway at the level of Mount Bolu, three hours' drive from these two largest cities of Turkey). Lake Abant is a natural park.


Lake Abant shoreThe lake covers an area of 1.28 km² and its deepest spot is 18 m. The lake area has two large hotels in the immediate vicinity of the shores, as well as other amenities and services for visitors, who sometimes alternatively opt for the family guesthouses available in the nearby town of Mudurnu 18 km to the south. To the north of the lake, at a distance of 8 km from Bolu city, is the main campus of Abant Izzet Baysal University.

European black pine, Scots pine, oaks, ashes, hornbeams, willows, junipers, tamarisks, hazels, common medlar, and strawberry trees are among the tree species that make up the lake's woodlands, and there are wild boars, fallow deer, roe deer, brown bears, red foxes, jackals and rabbits in the surrounding forests, which makes the lake a prized location for hunters during the season. A brown trout subspecies Salmo trutta abanticus, endemic to the lake, carries the Turkish name "Abant alası".




Vikipedi, özgür ansiklopediden alıntıdır

Cappadocia-kapadokya

Kapadokya, (Kappadokia) Bölge 60 milyon yıl önce; Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ’ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkmıştır.

İnsan yerleşimi Paleolitik döneme kadar uzanmaktadır. Hititler'in yaşadığı topraklar daha sonraki dönemlerde Hrıstiyanlığın en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Kayalara oyulan evler ve kiliseler bölgeyi putperestlerin zulmünden kaçan Hıristiyanlar için devasa bir sığınak haline getirmiştir.

Kapadokya bölgesi, başta Nevşehir olmak üzere Kırşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri illerine yayılmış bir bölgedir.

Kapadokya bölgesi, doğa ve tarihin bütünleştiği bir yerdir. Coğrafi olaylar Peribacaları'nı oluştururken, tarihi süreçte, insanlar da bu peribacalarının içlerine ev, kilise oymuş, bunları fresklerle süsleyerek, binlerce yıllık medeniyetlerin izlerini günümüze taşımıştır. İnsan yerleşimlerinin Paleolitik döneme kadar uzandığı Kapadokya'nın yazılı tarihi Hititlerle başlar. Tarih boyunca ticaret kolonilerini barındıran ve ülkeler arasında ticari ve sosyal bir köprü kuran Kapadokya, İpek Yolu'nun da önemli kavşaklarından biridir.

M.Ö. XII. yüzyılda Hitit İmparatorluğu'nun çöküşüyle bölgede karanlık bir dönem başlar. Bu dönemde Asur ve Frigya etkileri taşıyan geç Hitit Kralları bölgeye egemen olur. Bu Krallıklar M.Ö. VI. yüzyıldaki Pers işgaline kadar sürer. Bugün kullanılan Kapadokya adı, Pers dilinde "Güzel Atlar Ülkesi" anlamına geliyor. M.Ö. 332 yılında Büyük İskender Persleri yenilgiye uğratır, ama Kapadokya'da büyük bir dirençle karşılaşır. Bu dönemde Kapadokya Krallığı kurulur. M.Ö. III. yy. sonlarına doğru Romalıların gücü bölgede hissedilmeye başlar. M.Ö. I. yy ortalarında Kapadokya Kralları, Romalı generallerin gücüyle atanmakta ve tahttan indirilmektedir. M.S. 17 yılında son Kapadokya kralı ölünce bölge Roma'nın bir eyaleti olur.

MS III. yy'da Kapadokya'ya Hıristiyanlar gelir ve bölge onlar için bir eğitim ve düşünce merkezi olur. 303-308 yılları arasında Hıristiyanlara uygulanan baskılar iyice artar. Fakat Kapadokya baskılardan korunmak ve Hıristiyan öğretiyi yaymak için ideal bir yerdir. Derin vadiler ve volkanik yumuşak kayalardan oydukları sığınaklar Romalı askerlere karşı güvenli bir alan oluşturur.

IV. yy, daha sonra "Kapadokya'nın Babaları" olarak adlandırılan insanların, dönemi olur. Fakat bölgenin önemi, III. Leon'un ikonları yasaklamasıyla doruk noktasına ulaşır. Bu durum karşısında, ikon yanlısı bazı kişiler bölgeye sığınmaya başlar. İkonoklazm hareketi yüz yıldan fazla sürer (726-843). Bu dönemde birkaç Kapadokya kilisesi İkonoklazm etkisinde kaldıysa da, ikondan yana olanlar burada rahatlıkla ibadetlerini sürdürdüler. Kapadokya manastırları bu devirde oldukça gelişir.

Yine bu dönemlerde, Anadolu'nun Ermenistan'dan Kapadokya'ya kadar olan Hıristiyan bölgelerine Arap akınları başlar. Bu akınlardan kaçarak bölgeye gelen insanlar bölgedeki kiliselerin tarzlarının değişmesine sebep olur. XI. ve XII. yüzyıllarda Kapadokya Selçukluların eline geçer. Bu ve bunu takip eden Osmanlı zamanlarında bölge sorunsuz bir dönem geçirir. Bölgedeki son Hıristiyanlar 1924-26 yıllarında yapılan mübadeleyle, arkalarında güzel mimari örnekler bırakarak Kapadokya'yı terkettiler.

Cappadocia (pronounced /kæpəˈdoʊʃə/; also Capadocia; Turkish Kapadokya, from Greek: Καππαδοκία / Kappadokía) is a region in central Turkey, largely in Nevşehir Province.

The name was traditionally used in Christian sources throughout history and is still widely used as an international tourism concept to define a region of exceptional natural wonders, in particular characterized by fairy chimneys and a unique historical and cultural heritage. The term, as used in tourism, roughly corresponds to present-day Nevşehir Province.

In the time of Herodotus, the Cappadocians were reported as occupying the whole region from Mount Taurus to the vicinity of the Euxine (Black Sea). Cappadocia, in this sense, was bounded in the south by the chain of the Taurus Mountains that separate it from Cilicia, to the east by the upper Euphrates and the Armenian Highland, to the north by Pontus, and to the west by Lycaonia and eastern Galatia.[1]

Modern tourism
The area is a famous and popular tourist destination, as it has many areas with unique geological, historic and cultural features.

The region is located southwest of the major city Kayseri, which has airline and railroad (railway) service to Ankara and Istanbul.

The Cappadocia region is largely underlain by sedimentary rocks formed in lakes and streams, and ignimbrite deposits erupted from ancient volcanoes approximately 9 to 3 million years ago, during the late Miocene to Pliocene epochs. The rocks of Cappadocia near Göreme eroded into hundreds of spectacular pillars and minaret-like forms. The volcanic deposits are soft rocks that the people of the villages at the heart of the Cappadocia Region carved out to form houses, churches and monasteries. Göreme became a monastic center between 300—1200 AD.

The first period of settlement in Göreme goes back to the Roman period. The Yusuf Koç, Ortahane, Durmus Kadir and Bezirhane churches in Göreme, houses and churches carved into rocks in the Uzundere, Bağıldere and Zemi Valleys are all carriers of history that we can see today. The Göreme Open Air Museum is the most visited site of the monastic communities in Cappadocia (see Churches of Göreme, Turkey) and is one of the most famous sites in central Turkey. The complex contains more than 30 rock-carved churches and chapels, some of them have superb frescoes inside, dating from the 9th to the 11th centuries.

Vikipedi, özgür ansiklopediden alıntıdır

Sümela Manastırı

Kilisenin MS 375-395 tarihleri arasında inşa edildiği sanılmaktadır. Anadolu'da sıkça rastlanılan Kapadokya kiliseleri tarzında yapılmış, hatta Trabzon'da Maşatlık mevkiinde benzeri bir mağara kilisesi daha vardır. Kilisenin ilk kuruluşu ile manastır haline dönüşümü arasındaki bin yıllık dönem hakkında fazla bir şey bilinmemektedir. Karadeniz Rumları arasında anlatılan bir efsaneye göre Atina'lı Barnabas ile Sophronios adlı iki keşiş aynı rüyayı görmüşler; rüyalarında, İsa’nın öğrencilerinden Aziz Luka’ın yaptığı üç Panagia ikonundan, Meryem'in bebek İsa’yı kollarında tuttuğu ikonun bulunduğu yer olarak Sümela'nın yerini görmüşler. Bunun üzerine birbirlerinden habersiz olarak deniz yoluyla Trabzon'a gelmiş, orada karşılaşıp gördükleri rüyaları birbirlerine anlatmış ve ilk kilisenin temelini atmışlardır. Bununla birlikte manastırdaki fresklerde sıkça yer alıp, özel bir önem verilen Trabzon İmparatoru Alexius III. Komnenos'un (1349-1390) manastırın gerçek kurucusu olduğu sanılmaktadır. [1]

14. yüzyılda Türkmen akınlarına maruz kalan kentin savunmasında ileri karakol görevi üstlenen manastırın statüsünde Osmanlı fethinden sonra bir değişiklik olmamıştır. Yavuz Sultan Selim'in Trabzon’da ki şehzadeliği sırasında iki büyük şamdan buraya hediye ettiği, Fatih Sultan Mehmed, II. Murat, I. Selim, II. Selim, III. Murad, İbrahim, IV. Mehmed, II. Süleyman ve III. Ahmed'in de manastırla ilgili birer fermanları bulunmaktadır. Osmanlı döneminde manastıra sağlanan imtiyazlar, Trabzon ve Gümüşhane bölgesinin İslamlaşması sırasında özellikle Maçka ve kuzey Gümüşhane'de Hıristiyan ve gizli Hristiyan köyleri ile çevrili bir alan yaratmıştır.[2]

18 Nisan 1916’dan 24 Şubat 1918’e kadar süren Rus işgali sırasında Maçka civarındaki diğer manastırlar gibi bağımsız bir Pontus devleti kurmak isteyen Rum milislerin karargahı olmuş, nüfus mübadelesi ile bölgedeki Hristiyanların Yunanistan'a gönderilmesinin ardından önemini yitirerek T.C. Kültür Bakanlığı tarafından yakın zamanda onarılana dek kaderine terkedilmiştir. [3]

Yunanistan'a mübadele ile göçen Karadenizli Rumlar Veria kentinde Sümela adını verdikleri yeni bir kilise inşa etmişlerdir. Her yıl Ağustos ayında tıpkı geçmişte Trabzon Sümela'da yaptıkları gibi yeni manastırın çevresinde geniş katılımlı şenlikler düzenlemektedirler.

2010 yılında AK Parti hükümetinin izni ile Hıristiyanlarca Meryem Ana'nın göğe yükseliş günü olarak kabul edilen ve kutsal sayılan 15 Ağustos günü 88 yıl aradan sonra ilk ayin düzenlenmiş, ayini Fener Rum Patriği Dimitri Bartholomeos yönetmiştir.

Vikipedi, özgür ansiklopediden alıntıdır



Founded in the year 386 AD during the reign of the Emperor Theodosius I (375 - 395),[1] legend has it that two priests undertook the founding of the monastery on the site after having discovered a miraculous icon of the Virgin Mary in a cave on the mountain.

During its long history, the monastery fell into ruin several times and was restored by various Emperors. During the 6th Century AD, it was restored and enlarged by General Belisarius at the behest of Justinian.[1]

It reached its present form in the 13th century after gaining prominence during the reign of Alexios III (1349 - 1390) of the Komnenian Empire of Trebizond (established in 1204). At that time, the monastery was granted an amount annually from imperial funds. During the time of Manuel III, son of Alexius III, and during the reigns of subsequent princes, Sümela gained further wealth from imperial grants. Following the conquest by the Ottoman Sultan Mehmed II in 1461, it was granted protection by order of the Sultan and given rights and privileges which were renewed by following sultans. Monks and travelers continued to journey there through the years, the monastery remaining extremely popular up until the 19th century.

In 1682 and for a few decades it housed the Phrontisterion of Trapezous, a well known Greek educational institution of the region.[2]

The Monastery was seized by the Russian Empire during the occupation of Trabzon in the years 1916-1918. The site was finally abandoned in 1923, following the population exchanges between Greece and Turkey after the Treaty of Lausanne. In 1930, the miraculous icon of the Panagia Soumelá, as well as other sacred treasures of the monastery, were transferred to the new Panagia Soumela Monastery, on the slopes of Mount Vermion, near the town of Naousa, in Macedonia, Greece.

Today the monastery's primary function is as a tourist attraction. Its place overlooking the forests and streams below, makes it extremely popular for its aesthetic attraction as well as for its cultural and religious significance. Currently restoration work funded by the Turkish government is taking place. It is currently enjoying a revival in pilgrimage from Greece and Russia.

There has been some controversy among Orthodox Christians as the divine liturgy has usually been forbidden in or near the monastery. On 15 August 2010 divine liturgy was allowed outside the monastery.[3]

Erciyes Dağı-Mount Erciyes

Erciyes Dağı, İç Anadolunun en yüksek dağı. Sönmüş bir stratovolkan olan Erciyes, Kayseri il merkezinin 25 km güneybatısındaki ovaların yanından birdenbire yükselen bir dağ kütlesidir. Zirvesi uzaktan bir kubbeye benzer. İki zirvesi vardır. Eski tarihlerede kubbeye benzeyen bu dağa kutsal Cytrosps dağı da denilirdi. Büyük Erciyes (Kuzu Yatağı) zirvesi 3917 metredir. Küçük Erciyes zirvesi 3703 metredir. Erciyes kütlesinin çapı 72 km ve 3800 km²'lik bir alanı kaplar. Erciyes Dağı üzerinde 2150 m yükseklikte Erciyes Kayak Merkezi bulunmaktadır.Zirvesinden bulutsuz bir günde Karadeniz ve Akdeniz görülebilmektedir

Erciyes için "Uzaklaştıkça yakınlaşan, yakınlaştıkça uzaklaşan dağ" yakıştırması yapılır.Dört mevsim karla kaplı zirvesinin (küresel ısınmadan dolayı) yanlızca kuzey yamacında bir buzulu kalmıştır

Vikipedi, özgür ansiklopediden alıntıdır

Mount Erciyes (Turkish: Erciyes Dağı; derived from the ancient Greek name Ἀργαῖος Argaeos; Latinized as Argaeus by the ancient Romans) is a massive stratovolcano located 25 km to the south of Kayseri in Turkey.

Erciyes is the highest mountain in central Anatolia, with its summit reaching 3,916 metres. It is considered to be an extension of the Taurus Mountains to the south and is generally regarded as the highest peak of this mountain range which belongs to the Alpide belt in Eurasia.[2]

The volcano is heavily eroded, but may have erupted as recently as 253 BC, as may be depicted on Roman era coins.[3]

Strabo called the mountain Argaeus (Ἀργαῖος); he wrote that the summit was never free from snow and that those few who ascended it reported seeing both the Black Sea to the north and the Mediterranean Sea to the south in days with a clear sky.[4]

Mount Erciyes is home to the Erciyes Ski Resort.

22 Ekim 2010 Cuma

Dünyanın en lüks yatı denize indi

Dünyanın en büyük ve en lüks yatlarından Queen Elizabeth denize indi. İlk dev yatı 1938 yılında üreten Cunard firması, ikinci yatın ismini yine Kraliçe'den aldı.

İngiliz gemicilik firması Cunard Line, ilkini 1938 yılında ürettiği ve ismine Queen Marry koyduğu yatın ikincisini denize indirdi. İkinci yata da Kraliçe'nin ismi olan 'Elizabeth' verildi. 90 bin ton ağırlığında olan ve aynı anda 2 bin yolcu taşıyabilen Queen Elizabeth, 635 milyon sterline mal oldu. 965 feet uzunluğu ve 211 feet yüksekliği bulunan yatta 1000'e yakın personel çalışıyor.

Bu otelde konaklamanın fiyatı 650 Euro

Beşiktaş Turizm Yatırımları tarafından 23 milyon Euro’ya yenilenerek tekrar açılan İstanbul’daki 119 yıllık Pera Palace Oteli, açıldıktan sonra doluluğuyla yöneticilerini şaşırttı.

Beşiktaş Turizm Yatırımları Yönetim Kurulu Başkanı Yavuz Kalkavan, yaptıkları yatırımla, 2006 yılında kapanmadan önce otelde bir gecelik konaklama fiyatını 50 lirayken, şimdi bunun 10’a katlandığını söyleyerek, “Oteldeki doluluk oranlarına bakınca da bu yatırımın ne kadar doğru bir seçenek olduğunu görüyoruz” dedi.

Tarihi otelde Pera manzaralı odalarda konaklamak 265 Euro’ya, en lüks oda olan Pierre Loti Köşe Suiti’nde bir gece geçirmek ise 650 Euro’ya mal oluyor.

GAZETE HABERTURK- HT EKONOMİ

21 Ekim 2010 Perşembe

MADEN SUYUNUN FAYDALARI

MADEN SUYUNUN FAYDALARI

Maden Suyu, içerdiği tüm mineraller ve karbondioksit gazı ile birlikte yeraltındaki çatlaklardan yol bularak yeryüzüne çıkar ve tamamen “doğaldır”. Soda ise su ve sudan yapılan içeceklere üretim esnasında karbondioksit gazı basılmasıyla elde edilen ve tamamen “yapay” olan bir içecektir.


*Maden suyu “asitli” midir?

Halk arasında “asitli” denilen içeceklerde aslında kastedilen, içeceğin içindeki “karbondioksit” gazıdır. Karbondioksit gazı dilimiz ile temas ettiğinde geçici olarak tat algılayıcılarını uyuşturduğu için içimi kolaylaştırmaktadır. Gazlı içecek üretiminde çok özel proseslerle üretilen ve % 99,99 saflıkta gıda üretimi için özel karbondioksit gazı kullanılır.


*Günde ne kadar maden suyu tüketebiliriz ?

Doğal suların içerdiği zengin mineraller vücudumuzda vitaminlerin fonksiyonlarına yardımcı olurlar. İçerdiği zengin kalsiyum ve florür gibi mineraller nedeniyle özellikle çocuklar, bayanlar ve yaşlıların daha fazla maden suyu içmeleri gerekir. Uzmanlar günde en az 2 litre civarında su ve maden suyu gibi “yararlı sıvı” tüketilmesini öneriyor.


*Çocukların maden suyu içmesi zararlı mıdır?

Maden suyunun bilinen hiçbir zararı olmayıp, aksine vücudumuza sayısız yararları vardır. Büyüme çağındaki çocuklar kalsiyum, demir, çinko, florür gibi minerallere yetişkinlerden daha fazla ihtiyaç duyarlar. Bu ihtiyacı karşılamanın en iyi yolu bolca süt ve doğal suları tüketmeleridir. Maden suyunun içerdiği kalsiyum kemik yapısının, florür ise ağız ve diş sağlığının gelişmesi için son derece yararlıdır.


*Hamilelikte maden suyu içilir mi?

Hamilelik, beslenmeye özellikle dikkat edilmesi gereken bir dönem. İnsan vücudu bebeği besleyebilmek ve gelişmesini sağlamak için normalden daha fazla gıda, sıvı, mineraller ve vitaminlere ihtiyaç duyar. Bu katkıyı doğal yoldan sağlayabilmek için, hamilelikte düzenli olarak maden suyu tüketimi tavsiye edilir.


*Maden suyu cilde yararlı mıdır ?

Maden suyu içerdiği zengin mineraller vücudumuzun birçok bölgesine olduğu gibi cilt için de yararlıdır. Hatta piyasada sprey şişelerine doldurulmuş ve yüze püskürtülerek kullanılan maden suları satılır.


*Maden suyu böbrek taşı yapar mı?

Böbrek taşlarının oluşumunda ana neden, yetersiz miktarda sıvı tüketimidir. Başka bir deyişle, yaşamı boyunca yeterli ve düzenli miktarlarda su ve maden suyu tüketmeyen insanlarda böbrek taşı oluşumu hızla meydana gelir. Bu duruma gelmiş ve böbreklerinde taş oluşmuş insanların maden suyu tüketmeleri tavsiye edilmez ancak esas olan, düzenli ve yeterli miktarlarda su ve maden suyu tüketerek vücudumuzu bu gibi etkenlerden korumaktır.


*Avrupa’da ve Türkiye’de kişi başına yıllık maden suyu tüketimi ne kadar?

Avrupa’da kişi başına yılda 150 litre maden suyu tüketirken bu oran Türkiye’de 3 litrenin altında. Ülkemiz aslında Avrupa’nın doğal mineralli sular açısından en zengin coğrafyasına sahip ancak, yıllık 65 milyon litre olan bu kaynağın sadece yüzde biri şişeleniyor, yüzde doksandokuzu boşa akıyor. Süt ve süt ürünleri tüketiminde de Avrupa ile aramızda benzer oranlar olduğu için, neticede ulusal beslenme kültürü ile bağlantılı ilginç tablolar ortaya çıkıyor. Örneğin bu beslenme kültürü sayesinde Avrupalı kemik erimesi gibi hastalıkları nadiren duyarken Türkiye’de belirli yaş ve cinsiyet gruplarında kemik erimesi oranları % 30’larda yaşanıyor. Bunun en önemli nedeni, yaşam boyunca düzenli olarak tüketilen süt ve doğal suların miktarlarındaki, bu yol ile alınan doğal kalsiyum takviyesindeki büyük farklılık.


*Maden suyu son kullanma tarihinden sonra bozulur mu?

Maden suyu kapağı açılmaz ise kesinlikle bozulmaz. Ürünlere son kullanma tarihi konulmasının tek nedeni, dolumdan sonra belirli bir süre geçtiği zaman sadece kapak ve ambalajdan dışarıya karbondioksit gazı kaçması ve azalmasıdır.


*Düzenli maden suyu tüketimi ile bazı hastalıklar arasında bağlantı var mıdır?

Maden suyunda zengin olarak bulunan minerallerden magnezyum, hücre içerisinde potasyumdan sonra en yoğun olarak bulunan katyondur. Hücre zarı, hücre içi ve hücre çekirdeğindeki birçok biyolojik olaylarda etkilidir ve kas ile sinirlerdeki elektrik uyarılarının iletilmesini sağlar. Kalp ve damar hastalıkları ile çok ilgisi vardır. Enfarktüs geçiren insanlarda magnezyum düşüklüğü saptanmıştır. Damar sertliğine yol açan damarlardaki yağ ve kalsiyum birikmesi de magnezyum eksikliğinden oluşur.


*Sodyum vücut sıvılarında en fazla bulunan elementtir ve sıvı dağılımı ile sıvı
dengesinin düzenlenmesini sağlar. Ayrıca asit-baz dengesi ve sinir uyarılarının taşınması en önemli görevlerindendir.


*Kalsiyum vücudumuzda en fazla bulunan elementtir. Kemik yapısının yanı sıra kas kasılmalarının düzenlenmesine, sinir uyarılarının taşınmasına, hücre zarlarında iyon değişimine, hormonların, sindirim enzimlerinin ve nörotransmitterlerin salgılanmasına yardımcı olur. Yaşla ilgili kemik kayıplarını ve kırılmalarını önler. Kalsiyum sadece süt ve doğal sularda bulunur. İçerisinde kalori ve kolesterol olmadığı için maden suyu, kalsiyum açısından süte en iyi alternatif olmaktadır.


*Bikarbonatlar, magnezyum, sitratlar, sodyum, flor ve kalsiyum maden suyunda bulunan doğal dengeleri ile, ürolojik hastalıkların seyri ve özellikle ameliyat sonrasında çok etkendir. Böbrek taşlarının tekrarlamasını önlemenin en kolay, en pratik ve doğal yolu bu sıvıları bolca tüketmektir.


*Bikarbonatlı sular alkali yapıları sayesinde mide asiditesini nötralize eder ve bu özelliği nedeni ile peptik ülser hastalığının tedavisinde önemli rol oynarlar. Yine fonksiyonel mide ve bağırsak hastalıklarında semptomları azaltıcı etkileri vardır.
Kalsiyum ve magnezyum içeren sular bağırsak molaritesini azaltarak stress sonucu gelişen ishal gibi şikayetleri önlemede etkili olurlar. Sülfatlı sular safra salgılarını ve akımlarını arttırır.


*Kalsiyum zengini doğal mineralli sular, menapoz döneminde kadınlarda ve ileri yaşlarda erkeklerde kemik erimesinin önlenmesi ve tedavisinde yeterli kalsiyum desteği sağlanmasında önemli bir seçenektir.

KYC compliance,

Know Your Customer (KYC) compliance regulation has proved to be one of the biggest operational challenges banks, accountants, lawyers and similar financial service providers worldwide have had to overcome.

World-Check, the industry standard KYC compliance solution, provides an overview of KYC compliance and its origins, and outlines the compliance mandate as applicable to banks, accounting firms, lawyers and other regulated financial service providers – not just in the UK, Europe and the USA, but all around the world. Relied upon by more than 3,000 institutions worldwide, this KYC database solution provides effective legal and reputational risk reduction.

Why “Know Your Customer?”


The 9/11 terrorist attacks on the World Trade Centre revealed that there were sinister forces at work around the world, and that terrorists activities were being funded with laundered money, the proceeds of illicit activities such as narcotics and human trafficking, fraud and organised crime. Overnight, the combating of terrorist financing became a priority on the international agenda.

For the financial services provider of the 21st century, “knowing your customers” was no longer a suggested course of action. Based on the requirements of legislative landmarks such as the USA PATRIOT Act 2002, modern Know Your Customer (KYC) compliance mandates were created to simultaneously combat money laundering and the funding of terrorist activities.

What is Know Your Customer (KYC)?


Know Your Customer, or KYC, refers to the regulatory compliance mandate imposed on financial service providers to implement a Customer Identification Programme and perform due diligence checks before doing business with a person or entity.

KYC fulfils a risk mitigation function, and one its key requirements is checking that a prospective customer is not listed on any government lists for wanted money launders, known fraudsters or terrorists.

If preliminary KYC checks reveal that the person is a Politically Exposed Person (PEP), for example, Advanced Due Diligence must be done in order to ensure that the person’s source of wealth is transparent, and that he or she does not pose a reputational or financial risk in terms of their finances, public positions or associations. Beyond customer identification checks, the ongoing monitoring of transfers and financial transactions against a range of risk variables forms an integral part of the KYC compliance mandate.

But to understand the importance of KYC compliance for financial service providers better, its origins need to be examined.

Origins of Know Your Customer (KYC) compliance


The arrival of the new millennium was marred by a spate of terrorist attacks and corporate scandals that unmasked the darker features of globalisation. These events highlighted the role of money laundering in cross-border crime and terrorism, and underlined the need to clamp down on the exploitation of financial systems worldwide.

Know Your Customer (KYC) legislation was principally not absent prior to 9/11. Regulated financial service providers for a long time have been required to conduct due diligence and customer identification checks in order to mitigate their own operation risks, and to ensure a consistent and acceptable level of service.

In essence, the USA PATRIOT Act was not so much a radical departure from prior legislation as it was a firmer and more extensive articulation of existing laws. The Act would lead to the more rigorous regulation of a greater range of financial services providers, and expanded the authority of American law enforcement agencies in the fighting of terrorism, both in the USA and abroad.

In October 2001, President George W. Bush signed off the USA PATRIOT Act, effectively providing federal regulators with a new range of tools and powers for fighting terror financing and money laundering. During July 2002, the US Treasury proceeded to introduce Section 326 of the PATRIOT Act, a clause that removed some key burdens for regulators and added significant enforcement muscle to the Act.

What 9/11 changed, in essence, was the extent to which existing legislation was being implemented. Using the provisions of the earlier anti-terrorism USA Act as a foundation, it included the Financial Anti-Terrorism Act, which allowed for federal jurisdiction over foreign money launders and money laundered through foreign banks. Significantly, it is this anti-terror law that would make the creation of an Anti Money Laundering (AML) programme compulsory for all financial institutions and service providers.

Section 326 of the USA PATRIOT Act dealt specifically with the identification of new customers (“CIP regulation”), and made extensive provisions in terms of KYC and the methods employed to verify client identities.

In accordance with this piece of updated KYC legislation, federal regulators would hold financial institutions accountable for the effectiveness of their initial customer identification and ongoing KYC screening. Institutions are required to keep detailed records of the steps that were taken to verify prospective clients’ identities.

Although current KYC legislation does not yet demand the exclusion of specific types of foreign-issued identification, it recommends the usage of machine-verifiable identity documents. The ability to notify financial institutions if concerns regarding specific types of identification were to arise, combined with a risk-based approach to KYC, proved to provide a robust mechanism for addressing security concerns.

Effectively, the risk-based approach to customer due diligence grants regulated institutions a certain degree of flexibility to determine the forms of identification they will accept, and under which conditions.

KYC compliance: Implications for banks, lawyers and accounting firms


The KYC compliance mandate, for all its positive outcomes, has burdened companies and organisations with a substantial administrative obligation. Additionally, KYC compliance increasingly entails the creation of auditable proof of due diligence activities, in addition to the need for customer identification.

NANO-TEKNOLOJİ NEDİR?

NANO-ÖLÇEK DÜNYASI NANO-SCALE WORLD

NANO-TEKNOLOJİ NEDİR ve NERELERDE KULLANILABİLİR?
Dünyada yapılan bir araştırmaya göre %29’umuzun duyduğu nano-teknoloji nedir?
Nano-teknoloji ultra ince/küçük parçaların/malzemelerin kullanım bilimidir. Bir nano metre (1 nm) milimetrenin milyonda birine eşittir (1nm = 10-9 m = 10-6 mm). İnsan saç kılı 80.000 nm kalınlığındadır. Kırmızı kan hücreleri 7000 nm çapındadır. Nano-bilimi malzemelerin büyük ölçekteki özelliklerinden farklı olarak malzemeleri atomik, moleküler ve makro moleküler ölçekte inceler ve maniple eder.
Malzemeler nano ölçekte, iri boyuttan çok farklı özellik ve davranışlar gösterirler. Nano malzemeler daha kuvvetli, daha hafif veya daha farklı şekilde ısı ve elektrik iletme özelliklerine sahiptir. Hatta renkleri bile değişir. Örneğin nano ölçekteki altın parçaları, parça boyutuna göre kırmızı ve mavi renk olabilmektedir.
Parça boyutu inceldikçe birim kütle için yüzey alanı artışı, malzemenin kimyasal reaktivitesini artırır. Bu yüzden nano-malzemeler yakıt hücreleri ve pillerde katalizör görevi görebilmektedir. Parça boyutu inceldikçe kuantum etkisi artar, malzemenin optik, magnetik ve elektriksel özellikleri önemli ölçüde değişir.
Bilgisayar yongaları (chip), CD’ler ve mobil telefonların yapımında nano-malzemeler kullanılmaktadır. Nano-malzemelerden üretilen cihazlar daha hızlı, hafif, kuvvetli ve verimli olmaktadır. Nano-teknolojiler sağlık, bilgi teknolojileri (IT) ve enerji depolamada çok büyük potansiyel kullanım olanaklarına sahiptir. İçinde yaşadığımız dünya nano-teknolojilerle çok önemli gelişmeler kaydedecektir. Dünyada gelişmiş devletler ve iş dünyası nano-teknolojiye çok büyük yatırımlar yapmaktadır. Nano-teknolojı nedır,nano-teknolojı nerelerde kullanılır,nano-teknolojı ne demek
NANO-MALZEMELER NASIL YAPILIR?
Doğal veya insan yapımı (sentetik) olabilirler. Örneğin nano-parçalar bitkiler, algler ve volkanik aktivitelerle doğal olarak üretilebilmektedir. Nano-parçacıklar binlerce yıldır pişirme ve yanma olaylarının ürünü olarak yaratılmaktadır. Ayrıca araç ekzozlarından da oluşmaktadır.
Kasların hareketini sağlayan ve hücreleri tamir eden insan vücudundaki bazı proteinler nano-boyutludur. Nano malzemeler çok farklı şekillerde oluşabilmektedir Bazı nano-malzemeler kendi bileşenlerinden oluşabilmektedir. Karbon parçaları bu şekilde nano tüpler yapmaktadır. Diğer bir yöntemde bilgisayar yongaları yapımında kullanılan nano-malzemelerin iri parçalardan dağlanmasıdır (etching).
Güçlü mikroskoplar atom ve molekülleri daha yakından görmemizi, toplamamızı ve basit nano yapı oluşturmamıza yardımcı olmaktadır. Bazı nano-malzemeler molekül molekül yapılabilmektedir. Örneğin IBM bu tekniği kullanarak Xenon atomlarından IBM logosunu 5 nm harflerle ışıldatmasını başarmıştır. Bugün bu teknik çok emek yoğun ve endüstriyel kullanıma henüz uygun değildir. Şüphesiz ki nano-teknolojiler gelecekte yaşam kalitemizi geliştirecektir.
NANO-TEKNOLOJİLER EMİN MİDİR?
Bilgisayar yongaları ve katalizörler sağlık ve emniyet riski oluşturmaz. Çünkü nano-malzeme büyük nesnelere dağlandığından (etch)/bağlandığından çevreye yayılmaz ve zarar vermez. Oysa serbest nano-parçalar zararlıdır. Nano-parçaların ve nano-tüplerin üretimi esnasında oluşan malzeme bulk malzeme üzerine bağlanmadığından serbesttir ve etrafa saçılabilir. Nano boyutlu bu parçaların solunması, yenmesi veya vücuda deri yoluyla girmesi hücrelere zarar verebilir. Nano-tüpler yapısal olarak asbest liflere benzer, uzun süre fazla miktarda solunursa solunum sorunlarına yol açabilir. Nano-malzeme üretilen yerlerde nano-partikül maruziyeti mutlaka gözlenmelidir. Serbest nano partikülleri çevreye (besin zincirine, bitkilere ve hayvanlara) potansiyel zarara Nano-teknolojı nedır,nano-teknolojı nerelerde kullanılır,nano-teknolojı ne demeksahiptir.
NANO-TEKNOLOJİNİN GELECEĞİ NEDİR?
Kısa vadede, nano-teknolojiler daha küçük, daha hızlı bilgisayarlar ve daha keskin/net ve verimli elektronik görüntü cihazları (display) yapımına yol açacaktır. Nano parçalar boyaya katıldığında boya ağırlığı azalacak böylece uçaklarda/gemilerde kullanıldığında toplam ağırlık düşecek ve daha az yakıt tüketilecektir. Nano parçacıklar çevreyi temizlemede yardımcı olurlar. Nano-parçalar toprak ve yer altı suyundaki tehlikeli bileşikleri zararsız bileşenler haline dönüştürmesine yardımcı olur.
Nano-zarlar (membrane) uzun vadede potansiyel olarak su arıtma prosesinde daha enerji etkin olacaktır. Ayrıca yüksek performanslı motorlar uzun ömürlü makine yağları ile sağlanacaktır. Tıb alanında uzun vadede ilaç sektöründe ve takma organ yapımında kullanımı vardır. Nano-parçalar vücudun belli kısmına özel ilaç olarak hızlı verilebilmektedir. Hafif ve uzun ömürlü takma organlar (kalp kapakçığı, kalça protezleri vs) yapımında da kullanılabilmektedir. Tansiyonu ve kalp atışını ölçen akıllı elbiseler yapımında ve çevredeki tehlikeli kimyasalları teşhisinde nano-malzemeler kullanılabilmektedir.
Karbon nano-tüpler yassı karbon atomu yaprakları yuvarlanarak ve çok ince silindir tüpü şeklinde yapılırlar. Karbon nano-tüpler çelikten 100 kat güçlüdür fakat 6 kat daha hafiftir ve elektrik iletirler. Elektronik görüntü (display) ve algılayıcı (sensor) yapımı ve hafif inşaat malzemesi yapımında kullanılmaktadır Farklı yapı, uzunluk ve çaplarda nano-tüpler yapılabilmektedir.
SONUÇ
Nano-teknoloji ve nano malzemelerin kullanımının hızla artaçağı tahmin edilmektedir. Nano malzemeler yapısal uygulamalar (seramik, katalizör, kompozit malzemeler, kaplama, inçe filmler, tozlar), vücut bakım ürünleri (makyaj malzemeleri yapımında), elektronik parçalar (nano-elektronikler, organik ışık yayan diotlar, algılayıcılar, optik-elektronik malzeme yapımında), biyo-teknolojide/tıpta (hedef ilaç ve biyoalgılayıcı yapımında) ve çevre korumada (nanofiltrasyon ve membran filtrasyonda) kullanılacaktır. Gelişmiş devletler nano-teknolojilerdeki Ar-Ge çalışmalarına büyük önem vermekte ve kaynak ayırmaktadır. Ülkemizin de bu konuda geride kalmamasında yarar vardır.
Kaynak: The Royal Society.

Oktay Usta'dan HAŞHAŞLI SİMİT Tarifi



MALZEMELER:

4 su b.un
1 p.kuru maya
2 çorba k.toz şeker
1 çorba k.tuz
2 çorba k.tereyağı
1 çay b.süt
alabildiği kadar su
1 yumurta
iç harcı için:
1 kase haşhaş
1 çay b.sıvıyağ
üzeri için:
toz haşhaş
HAZIRLANIŞI:
Karıştırma kabına önce unu alıp ortasını açalım. ortasına
mayayı alalım. kenarına tuz ve şekeri serpelim. mayanın
üzerine süt,erimiş tereyağı ,yumurtanın akı ve su
ekleyerek yumuşak bir hamur hazırlayıp yarım saat
mayalanmasını bekleyelim. daha sonra hamuru açıp
üzerine sıvıyağ ile karıştırılmış haşhaş ezmesini sürüp
rulo yapalım. ruloyu büyük bir simit şeklinde sarıp
tepsiye alalım. üzerine kalan yumurta sarısını sürüp
yine haşhaş tohumu serperek 180 derecede
pişirelim. dilim dilim keserek ılık servis yapalım.
hem bereketli hem de çok lezzetli…

20 Ekim 2010 Çarşamba

Ilgaz Mountain Resort

Ilgaz Mountain Resort provides a range of indoor and outdoor sport alternatives for the wellcomers;




Indoor

Swimming Pool
Kids Pool
Turkish Bath
Sauna
Fitness Center
Mini Club
Table Tennis
Playroom
Mini Cinema
Billiards
Air Hockey
Outdoor

Soccer Field
Basketball Court
Tennis Court
Volleyball Court
Mountain Bike Rentals
Ski Lifts and Rentals
Trekking
Paintball
Kids Park
Kastamonu Heritage Tours
Black Sea Coastal Tours




ILGAZ MOUNTAIN RESORT

At Ilgaz Mountain Resort you will discover what it really means to get away. Set amid 60 acres of private, secluded parkland, and surrounded by the glorious scenery of Turkey's finest national park, here you will enjoy the comfort and luxury of genuine Ilgaz Mountain Resort hospitality.

We have 118 beautifully decorated, and luxuriously appointed suites. Whether you are planning a romantic getaway, a family adventure or a corporate function, we can help make your trip everything you could hope for.

Our professional, well trained staff will cater to your every need, and our knowledgeable concierge will be delighted to help you plan activities and assist in making your stay as enjoyable as possible.

Convenience Drive into Kastamonu, or catch a ride on our shuttle, to enjoy the shopping, heritage tours and cultural ambience for which the city is so famous.

And, of course, you will enjoy skiing, mountain biking, trekking and countless other recreational activities are just moments away.

Location: Located in Mount Ilgaz National Park, 40 km south of Kastamonu, and 200 km north of Ankara, 450 km east of istanbul

Facilities: There are three skiing lifts, a 1050 meter double chair lift, 1100 meter teleski and 350 meter babylift, and skiing season usually open from december until late march. The average snow cover is between 90 and 230 cm. Addition to skiing, there are couple different trails and road to mountain bike, trekking, running.


ABOUT KASTAMONU

Kastamonu is situated within the Central Black Sea region of Turkey. Kastamonu city center, an ancient settlement location, and its districts contain numerous historical structures available for visiting purposes. Handcrafts are abundant in Kastamonu, especially in rural areas. Most available are hand-woven textiles. There's a 12th-century Byzantine castle, the 13th-century Atabey Mosque and the Ibni Neccar Mosque also located in the province. The Mahmut Bey Mosque, located in the village of Kasabais known for its elegant wood carvings. The ruins of the Roman city-state Pompeiopolis are found near Tasköprü.

Sites of interest: Kastamonu Castle, Kastamonu Museum, Atabey, Ibn Neccar, Mahmut Bey, Nasrullah, and Abdurrahman Pasha mosques, Nasrullah Bridge and Tasköprü, Soguksu, Açikmaslak, Acisu, Kanligöl, Dipsizgöl, Üçoluklar, Yaraligöz, Geritepe and Limanüstü forest recreation areas Inn (caravansary) at Gökçeagac.


Museums: City History Museum, Handicrafts Museum, Visual Arts Museum, Archeology Museum, Livapasa Konagi Ethnography Museum

Historic Houses: At the Akmescit, Hepkebirler, Atabey and Ismailbey quarters of the province, the samples of traditional and authentic Turkish houses and the samples of early period Ottoman civil architecture are still standing.




Distance to International Airports:
istanbul - Kastamonu 450 km
Ankara - Kastamonu 200 km

KESİRLER VE RASYONEL SAYILAR NE DEMEKTİR?

KESİRLER VE RASYONEL SAYILAR NE DEMEKTİR?
Ortada kesir çizgisi üstte pay altta payda
şeklinde yazılabilen sayılara kesir veya rasyonel sayı denir. Kesirlerde alttaki sayı bütünü yani bütünün kaç eşit parçaya bölündüğünü, üstteki sayı parçalardan kaçının alındığını yada tarandığını gösterir. Kesirlerde toplama ve çıkarma işlemi yaparken paydalar eşitlenir, payda ortak payda olarak yazılır paylar ise toplamaysa toplanır çıkarmaysa çıkarılır.Kesirlerde çarpma işlemi yaparken payla pay çarpılıp paya yazılır, paydayla payda çarpılıp paydaya yazılır. Kesirlerde bölme işlemi yaparken birinci kesir aynen yazılır ikinci kesrin payla paydası yerdeğiştirilip çarpma işlemi yapılır.
Sıfırın sayıya bölümü sıfırdır, sayının sıfıra bölümü tanımsızdır.

1/5 + 3/5 = 4/5
7/8 - 2/8 = 5/8
2/3 . 4/5 = 8/15
1/3 : 6/7 = 1/3 . 7/6 = 7/18

ÇİRİŞ OTU

ÇİRİŞ OTU


Diğer İsimleri : Sarızambak, Asphodelus ramosus, Liliaceae



Botanik Bilgi : Zambakgillerden; beyaz çiçekli bir bitkidir. Kökündeki yumrulardan “Çiriş” yapılır.Ülkemizde çiriş bitkisinin genç sürgünleri ve taze yaprakları sebze olarak pişirilip tüketilmektedir Nisan-Temmuz aylarında çiçek açar.



Bilinen Bileşimi : Nişasta, inulin, acı madde.



Faydaları

Kadınlarda görülen beyaz akıntıyı keser.

Memeli basuru tedavi eder.

Mafsal ağrılarını dindirir.

İdrar söktürür.

Adet kanı söktürür.Adet düzensizliklerini düzene koyar.

Saçkıran tedavisinde de kullanılır.


Kullanım Şekli ve Dozu : 2 bardak suya 30 - 40 gr. bitki konularak kaynatılıp balla tatlandırılıp günde 3 defa yemeklerden evvel içilir

Sheraton Suites San Diego at Symphony Hall

The Sheraton Suites San Diego (previously Marriott Suites Downtown) is an all-suite hotel and recently underwent a million dollar renovation, which includes newly remodeled guest suites, public areas, health club and meeting space.
Sheraton Suites offers 264 spacious suites, each featuring two distinct living areas including a spacious sitting room and a bedroom consisting of either two doubles or one king-sized bed. Each suite has two televisions (27"), cable TV, two phone lines, complimentary in-room coffee, mini-bar, wet bar, hair dryer, and iron and ironing board.

Treat yourself to our fully equipped workout room, indoor heated pool and whirlpool. Enjoy our Renditions Restaurant serving breakfast, lunch and dinner or have a beverage and relax in Sky Lobby Lounge.

Sheraton Suites San Diego is conveniently located in the downtown area at the Copley Symphony Towers, walking distance to the Historic Gaslamp Quarter and Horton Plaza shopping and entertainment complex. Balboa park, SeaWorld and beautiful Southern California beaches are only minutes away.



Grand Hotel Del Gianicolo

The Hotel at the Mandalay Bay Las Vegas

The Hotel at the Mandalay Bay is Mandalay Bay's latest addition. This structure, a 43 story compliment to the current surroundings, comes with its own gym and spa, over one thousand rooms, a lounge and a cafe. The structure, built to add additional rooms onto the Mandalay Bay, has surpassed all expectations with the refined elegance it adds to the resort as a whole.



The decor of the Hotel at Mandalay Bay matches up with the grand elegance of the primary structure. With elegant statues, fountains and furnishings, you will be able to have the expected experience without having to stay in the primary structure of the Mandalay Bay Las Vegas.



When you stay at the Hotel at the Mandalay Bay, you will be thrilled with spacious suites that separate living and sleeping quarters, as well as offer the most comfortable of furnishings that ensure that you have everything you need to enjoy yourself.



Room Features:

Air conditioning
alarm clocks
remote-controlled cable TV
desk
electronic door locks
hair dryer
iron and ironing board
pay-per-view movie
radio and telephone



Hotel Attractions

For guests staying within the Hotel, there are a variety of attractions and services that make it easy to access everything that you could want.



Bathhouse Spa

This spa, built within the Hotel, is a full service Spa. There are a variety of different treatments that you can receive to help make you look and feel your best. While there is not a full salon within the Spa, there are nearby Salons located within the Mandalay Bay's other hotel structure that is available for your use.



The Hotel's Conference Center

For business and pleasure purposes, there is a 5,000 square foot conference center available at the Hotel at Mandalay Bay. This allows those visiting Las Vegas to attend conventions or business meetings easily.



Cafe

The Hotel includes a 24 hour cafe that allows you to get some coffee or a small bite to eat whenever you would like.



Hotel Gym

If you want to keep in shape or let loose and exercise while you are on vacation, the Gym is the place for you. This is a full-sized fitness center, giving you the ability to stay in shape at your convenience.



Hotel Lounge

For those who want to take some time to sit back and relax, there is a full-sized lounge available for your use on the Hotel's grounds. This lets the guests of the Hotel enjoy a quiet evening of socialization without having to leave the building

Sahara Hotel and Casino, ...

The Sahara Las Vegas is the last 'Rat Pack' era hotel in Las Vegas, concentrating on comfort while adding a large splash of glamor. While the rooms have been redecorated to show off the splendors of Morocco, traces of the hotel's history still linger. There are even older styled rooms, called Retro Suites, available if you want to experience Las Vegas as it used to be.


Each room at the Sahara hotel Las Vegas is designed with your comfort in mind. Taking from the Moroccan culture and adding touches of the West, you can get the best of both worlds in your room. Each suite, standard or Retro, come with a variety of different amenities designed to make you feel at home during your stay.


Room Features:

Air conditioning
Alarm clock and radio
Desk
Electronic door locks
Hair dryer
Iron and ironing board
Remote-controlled cable TV
Pay-per-view movies
Telephone with voice mail



The Sahara Hotel and Casino Attractions

There are a wide variety of different attractions at the Sahara hotel that are designed to allow you to have the time of your life without having to venture onto the Strip unless you want to. Complete with a full-sized roller coaster, shops, shows and food, there is little you can't find.



The Sahara Casino

The Sahara casino is 85,000 square feet, sporting a wide variety of games for your pleasure. They have all of the old favorites, plus a few of the more uncommon ones, letting you have the variety that you want in a good casino. The decor of the casino matches that of the rest of the hotel, submersing you in luxury.


Restaurants

There are a multitude of restaurants that you have to choose from at the Sahara, including the House of Lords, Paco's Bar and Grill, as well as the Sahara Buffet.



Speed: The Ride

This roller coaster is designed, like the name implies, with speed in mind. If you want the ride of your life, this is an attraction that you will not want to miss.



The Destinations Salon

If you want to look your best before a night on the town, this Salon has everything that you need in order to look and feel great.



There is also a wide variety of different shows. You can find out more information on these shows by contacting the lounges and show room.